25 Mayıs 2009 Pazartesi

19 Şubat 2009 Perşembe

Kazıklı Voyvoda

Kazıklı Voyvoda ( .... - 1462)
Kazıklı Voyvoda olarak tanınan Eflak Prensi Dördüncü Vlad, Voyvoda Dracola'nın oğludur.
Fatih Sultan Mehmed zamanında Osmanlılara karşı savaştı. Ele geçirdiği Türk esirlerini kazığa vurarak ve türlü işkencelerle öldürerek Balkanlarda kanlı bir iz bıraktı. Vidin Bey'i Hamza Paşa'yı ve beraberindekileri kazığa vuran kişi de O'dur.
Esirlerin derilerini yüzdürerek üzerine tuz sürdürüp keçilere yalatmak, kendisine gönderilen Osmanlı elçilerinin çıkartmak istemedikleri sarıklarını kafalarına çaktırmak, annelerin memelerini kestirip yerlerine çocukların başlarını sokturmak gibi akıl almaz işkence usullerini icat etmiş vahşi bir liderdir. Fatih Sultan Mehmed tarafından yakalanmaya çalıştıysa da kaçmayı başarmış, nihayet kendi adamlarından biri tarafından 1462 yılında öldürülmüştür.

Ahmed Cevdet Paşa

Osmanlı Devleti'nde on dokuzuncu asırda yetişen büyük devlet ve bilim adamı. Mecelle'yi kaleme alarak İslam Hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişi.
27 Mart 1822 (H. 1238)’de Tuna kıyısında bulunan Lofça kasabasında doğdu. Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağadır. İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Yaradılıştan zeki ve kabiliyetli olduğu gibi, pek de çalışkandı. Dedesinin yardımı ile 1839 yılında İstanbul’a geldi. Medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı.

1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usullerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) 1851’de asli üye seçildi.
Tarih-i Cevdet namıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecit'e sundu. Eseri çok beğenen Sultan, rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu.

Osmanlı Devletinin kanunlarını yapacak olan Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyeye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan Divan-ı Ahkam-ı Adliye ye başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı.
Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için Mecelle Cemiyeti adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı kerimin hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti.

Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naaşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi.
Ahmet Cevdet Paşa, ilk Türk kadın romancı olarak tanınan Fatma Aliye Hanım'ın babasıdır.
Başlıca Eserleri Tarih-i Cevdet: 12 cilttir. Osmanlı Devletinin 1774-1825 seneleri arasındaki tarihini anlatır. Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa: 12 kısımdır. Cevdet Paşanın en tanınmış eseridir. Hazret-i Adem’den itibaren bir çok peygamberin, İslam halifelerinin, İkinci Murad’a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseder. Tezakir-i Cevdet: Devrinin siyasi, içtimai, ahlaki cephesini anlatmıştır. Ma’ruzat: Sultan İkinci Abdülhamid’e 1839-1876 yılları arasındaki tarihi ve siyasi hadiseleri takdim etmek için hazırlanmıştır. Mecelle: Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında bir hey’et tarafından hazırlanmıştır. Divançe-i Cevdet: Gençliğinde yazdığı şiirleri, Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle bu kitapta toplamıştır. Kavaid-i Osmaniye: Fuad Paşayla birlikte yazdığı dil bilgisi kitabıdır. Ayrıca Belagat-ı Osmaniye - Kavaid-i Türkiye, Takvim-ül Edvar-Miyar-ı Sedad, Adab-ı Sedat fi-İlm-il-Adab, Hülasatül Beyan fi-Te’lifi’l -Kur’an, Asar-ı Ahd-i Hamidi, Hilye-i Seadet, Ma’lumat-ı Nafia adlı eserleri çeşitli mevzulardan bahsetmektedir

8 Ocak 2009 Perşembe

Beş Soru Beş Cevap “Osman Gazi"

1-Osman Gazi’nin soyu hakkında bilgi verir misiniz?

Osmanlı hanedanı, Oğuz Han’ın büyük oğlu kayı neslindendir. “Hanlık Oğuz Han’ın mucibince âhir Kayı Han evladına düşse gerektir.” Selçuklular Moğol egemenliği altına girince Müslüman halk, hanlığın başına Osman’ın geçmesini istedi. 1075’te İznik’i fethedip payitaht yapmış olan Selçuklu Kutalmışoğlu Süleymanşah, Osman’ın dedesi olarak benimsenmiştir. Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi 1258'de Söğüt'te doğdu. Babası Ertuğrul Gazi, annesi Hayme Hatun'dur.

2-Osmanoğulları Anadolu’ya ilk geldiklerinde konumları ne idi?

Osman Gazi, Kastamonu Beylerbeyine, o da Selçuklu Sultanına, Sultan da İran’daki İlhan’a bağımlı idi. İlk Osmanlı Beyliğini kurmuş olan Gündüz Alp’in torunu, Ertuğrul Gazi’nin oğlu, Osman; “Gazi” ve “Bey” unvanlarını kullanmıştır.

3-Osmanoğullarının kuruluş yıllarında uyguladığı iskân politikası nasıldı?

İstimâlet; hoşgörü ile kendi tarafına kazanma anlamına gelir. Osmanlılar bir yeri fethetmeden önce üç kez teslim önerisinde bulunurlar, kabul edilirse amân verirler, şehirlere “amân-nâme” veya “ahdnâme” ile güvenceler tanırlardı.

4-Osman Gazi’nin döneminde neler oldu?

Osman Gazi döneminde ilk Osmanlı akçesi bastırıldı. 1302'de Bizans İmparatorluğu Ordusu'na karşı Koyunhisar'da yapılan savaştan Osmanlılar galip çıktı. Osman Gazi babası Ertuğrul Gazi'den 4800 km.kare olarak devraldığı toprakları oğlu Orhan Gazi’ye 16000 km. kare olarak devretti

5-Osman Gazinin mirası ve vasiyeti neydi?

Vefat ettiğinde geriye bıraktığı mal varlığı şunlardı: Bir at zırhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, birkaç at, üç sürü koyun, tuzluk ve kaşıklık.Ey oğul! Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farizaya (farzlara) dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini; dikkatli olmayan, itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya yönelen, büyük günahlardan kaçınmayan, helale-harama dikkat etmeyen sefihlere ve ayrıca tecrübesiz kişilere bırakma, devlet idaresinde bu gibi kişilere iş verme! Zira yaratandan korkmayan, yaratılandan hiç korkmaz.Halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru! Haksız yere hiç bir ferde layık olmayan muamelede bulunma! Halkı taltif et, hepsinin rızasını kazan.

Murat Mısır
Tarih Öğretmeni

Görünmeyen Osmanlı

Osmanlıyı anlamaya çalışmak, onu överek geçmişe hapsetmek maksadıyla olmaz. Onun algılayışını gözlemlemek, onu yok saymak veya Batı merkezli bir bakışla ikinci sınıf medeniyet saymak için yapılmaz. Osmanlıyı kendi anlamlı muhtevasına oturtmaya çalışmak, aslında bugün karşı karşıya olduğumuz bilme, anlama ve yorumlama krizinin çok önemli bir örneği. Kırılan sadece Osmanlı’nın siyasi sürekliliği değil, dünyaya, hayata, insana, evrene, diğerlerine, kendimize bakma geleneğimiz. Yönetme kültürümüz, dünyaya yayılma alışkanlığımız. Osmanlı’yı bu açıdan anlamaya çalışmak demek, aslında tüm bilgiyi algılama, üretme, değerli kılma ve kullanma yolunda yeni bir sentez oluşturma çabası demek. O nedenle Osmanlı ile ilgili çalışmaları, tartışmaları ve yorumları önemsemeliyiz. Osmanlı bizim mihenk taşımız. Osmanlı, bizim medeniyet projemizin hesaplaşma alanı ama aynı zamanda onun ana mihveri.
Onun için Osmanlı medeniyetini diğer medeniyetlerden farklı ele almak, değerlendirmek gerek. Osmanlının süregeldiği Kosova, Bosna, Ortadoğu, Kafkaslar, Kırım gibi topraklardaki gelişmeler bunun en önemli göstergesi. Bu coğrafyalardaki sorunlara, yabancı eller tarafından getirilen çözümlerin başarısızlığı buna bizi mecbur kılıyor.Osmanlı’yı bugünden veya dünyada yaşamış ve yaşamakta olan başka medeniyetlerden bağımsız, ilgisiz, apayrı düşünmek onu tarih içinde dondurmak demek. Bu noktada Osmanlı’nın ezeli düşmanları ile ezeli övücüleri arasında bir fark yok. Her ikisi de Osmanlı’yı dünyadan, tarihten, hayattan, medeniyet birikimi ve gelenek sürekliliğinden soyutlayarak aynı işi görüyorlar.
Bir milletin veya devletin tarihi yazılırken dünya kamuoyunda yerleşmiş bir imaj, dostluk ve düşmanlık, siyasi ideolojiler, yeni kültür yönelişleri gerçeği saptırır, abartır veya karalar. Bu kaçınılmaz bir alın yazısıdır. Osmanlı tarihi, bu bakımdan en çok saptırılmış, tek yanlı yorumlanmış tarihtir. Bu konuyla ilgili kaygılarımızı gidermenin en sağlıklı yolu Osmanlı uygulamalarına bakmaktır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u kılıçla fethettiği halde, sırf sulh yolunun burada yaşayan gayr-ı müslimlere daha yararlı olmasından dolayı, araya giren papazların ısrarıyla, İstanbul’u sanki sulh yoluyla fethetmiş gibi kolaylıklar göstermiştir. Fatih Galata zimmîlerine verilen ahidnâme’de şöyle der : “ Ben Ulu Padişah ve Ulu Şehinşah Sultan Muhammed Hân bin Sultan Murat Hânım... Kabul eyledim ki, kendülerün âyinleri ve erkânları ne vechile[1] câri ola-geldiyse, yine ol üslûb üzere âdetlerin ve erkânların yerine getüreler. Buyurdum ki, kendülerin malları ve rızıkları ve mülkleri ve mahzenleri ve bağları ve değirmenleri ve gemileri ve sandalları ve bil-cümle meta’ları ve avretleri ve oglancıkları ve kulları ve cariyeleri kendülerün ellerinde mukarrer ola, müte’ârız[2] olmayam ve üşendirmeyem. Anlar dahi rençberlik ederler. Gayrı memleketlerim gibi, deryadan ve karadan sefer ederler, kimesne mani’ olmaya mu’af ve müsellem olalar. Ve kiliseleri ellerinde ola, okuyalar ayinlerince. Ammâ çan ve nâkus çalmayalar. Ve kiliselerin alup mescid etmeyem. Bunlar dahi yeni kilise yapmayalar. Şöyle bileler, alâmet-i şerife i’timâd kılalar.” Belgeden de anlaşılacağı gibi Osmanlının sadece kendi Müslüman tebaâsına değil, hakimiyeti altındaki Müslüman olmayan unsurlara da hoşgörü ile yaklaştığını görüyoruz.II. Bayezid devrinde hazırlanan 1502 tarihli İstanbul Belediye Kanunâmesi ; “ Ve ayağı yaramaz bârgir[3]i işletmeyenler. Ve at ve birlikte katır ve eşşek ayağını gözedeler ve semerin göreler. Ve ağır yük urmayalar; zira dilsüz canavardır. Fil-cümle bu zikrolunanlardan gayrı her ne kim Allah’u Teala yaratmıştır, hepsinin hukukunu muhtesip[4] görüp gözetse gerekir , şer’î hükmi vardır.” Devlet-i Aliye’nin sadece insan hak ve hürriyetlerine değil, her türlü canlının hakkına sahip çıktığını, bunun için yasal düzenlemeler yapmaktan kaçınmadığını bu kanunnâme bize gösterir.
Modern ve çağdaş dünyanın bu konuyla ilgili düzenlemeleri 1948’de Birleşmiş Milletler Hayvan Hakları Bildirisi ile gerçekleştirdiğini hatırlatırsak sanırız daha insaflı bir yorum fırsatı elde edeceğiz.Osmanlının günümüze yansıması ile ilgili değerlendirmelere değinecek olursak şu kriterleri ön planda tutmalıyız. Her şeyden önce Osmanlı tarihi bir imparatorluk tarihidir, yani belli tarihi koşullar sonucu örgütleyici bir üstün güç ortaya çıkarmış, ayrı din ve kültürlere sahip birçok milleti kendi egemenliği altında toplamış, idare etmiş, kendi idaresini egemen kılmıştır. Sonradan bu egemenlik kalktığı zaman, bağımsızlığını kazanan milletlerin imparatorluk dönemindeki her şey olumsuzdur, bu bakış milli ideolojinin temel öğesidir.Bu konuda ünlü tarihçi Halil İnalcık Hoca’nın şu sözleri çok dikkat çekici “Milli Türk devleti doğduğu yıllarda ilk mektepte bize Osmanlı Devleti, milletin haklarını tanımayan, bir istibdat rejimi olarak tanıtılmış, Osmanlı sultanları Türk milletini devlet idaresinden dışlayan, milletin gelişimini, medeniyette ilerlemelerini engelleyen, müteassıp, zalim, geri kişiler olarak öğretilmişti. Çünkü yeni doğan milli devletin ideolojisi, imparatorluk ideolojisine taban tabana karşıttı. Hâlbuki Osmanlı’nı egemenlik şemsiyesi altında toplanan milletlerin her biri, kendi kilisesi, özel hukuku, dili, özel yaşam stilini korumuştur. Eğer Balkanlar’da Hıristiyan kavimlerde İslâmlaşma, kültür bakımından Osmanlılaşma olmuş ise, bu süreç bir zorlama, bir devlet politikası sonucu değildir.
Bugün Türk toplumunda, dini yaşam, örf, adet, değerler sisteminde, kuşkusuz bir devamlılığa tanık oluyoruz. Yalnız sanatta, musikide, güzellik anlayışımızda, mutfağımızda değil, yaşam tarzı ve davranışlarımızda, hatta din anlayışımızda Osmanlı yaşamaktadır. Bu sosyolojik bir gerçektir.”Osmanlı sistemi, düşüncesi, felsefesi, siyaseti, hoşgörüsü üzerine şüphe yok ki günümüze kadar birçok fikir söylenmiş ve söylenmeye devam edecektir. Bizim altını çizmeye çalıştığımız nokta ise bunu yaparken taraf tutma ve karşı gelme yerine objektif bir bakış açısı sergileme düşüncesidir. Bir zamanlar adı üç kıtada yankılanan bir medeniyeti anlamadan, dünya tarihine ışık tutmak, onu anlamak, anlatmak mümkün değildir.

[1] Vech: yüz, taraf, yön
[2] müte’ârız: birbirine zıt
[3]Bârgir: beygir, at, yük kaldıran.
[4] Muhtesip: eskiden belediye işlerine bakan memur
Murat Mısır
Tarih Öğretmeni